Tarihçi Doçent İbrahim Yalımov ile Bulgaristan Türklerinin tarihi konusunda bir sohbet.
- Biz, Bulgaristanlı Türkler, tarihimizi ne kadar biliyoruz?
Kime “Biz nereden geldik?” sorusunu sorsak “Konya’dan” der. Hepimiz
Konya’dan gelmiş olamayız.
- Baştan şunu belirtmek lazım ki, tarih önemli konulardan birisi.
Bugün Bulgaristan Türklerinin başlıca sorunlarından birisi, kanaatimce
kimlik sorunudur. Kimlik sorunu ise tarihle sıkı sıkıya bağlıdır. Yani
kimliğini arayan her toplum tarihe dönmekte,
kendi kökenlerini orada aramakta. Tarih işte bizim geleneklerimizi,
bizim değerlerimizi yeni kuşaklara aktarmakta. O bakımdan tarihin önemi
büyük.
Bize gelince, biz, esefle belirtmemiz lazım ki, ne geçmişte ne bugün
tarihimizle gerektiği kadar ilgilenememişizdir.
Benim bildiğim kadarıyla Üçüncü Bulgar Devleti kurulduktan sonra
Birinci Dünya Savaşı’na kadar ufak tefek bazı belirtiler var, yani
burada Osman Nuri isminde bir öğretmen var, o Osman Nuri “Tuna Boyu
Tarihi” ve “Ecdadımızın Tarihi” isminde iki kitap yazmış. Fakat bu
kitaplarda genellikle Türkiye veyahut da Bulgaristan tarihinden söz
edilmekte. Bulgaristan Türklerinin özel tarihi geçmişi ele alınmamakta.
Bununla birlikte 1906’da Bulgaristan’da bir öğretmenler derneği
kuruluyor ve bu, 20’li yıllarda Bulgaristan Türk Öğretmenler Birliği
adını alıyor. İşte bu birlik, öğretmenlere köylerinin tarihini,
coğrafyasını, geleneklerini araştırma görevini veriyor. Bunlardan birkaç
tanesi ufak tefek bir takım yapıtlar ortaya koymuşlar.
Totaliter dönemde Bulgaristan Türklerinin tarihiyle ilgili bir iki
kitap yazıldı, fakat bunlar genellikle komünist tarihi çerçevesi
içindeydiler ve genellikle komünist partisinin, Türkler arasındaki
politikasını aydınlatmaya çalışıyorlar. Dolayısyla bunlar
methiye niteliğinde bir takım yapıtlardı.
Ancak 20. yüzyılın sonlarında daha tam tarihi yapıtlar ortaya
konuldu. Bunlardan birincisi Osman Keskioğlu’nun “Bulgaristan’da
Türkler” ya da Bilal Şimşir’in “Bulgaristan Türkleri”. Bunların ikisi de
göçmen. Birisi Nüvvab öğretmenlerinden, birisi de Nüvvab’da öğrenciymiş
belli bir zaman. Özellikle Bilal Şimşir’in kitabı oldukça dolgun bir
kitap. Fakat o daha fazla Bulgaristan Türklerinin kültür tarihine önem
vermekte.
Demokratik dönemde de ufak tefek bazı yapıtlar ortaya çıktı.
Kanaatimce bunların içinde en önemlisi “Bulgaristan Türkleri’nin Tarihi”
ismindeki bizim kitap ve zorla kimlik değiştirmeyle ilgili hatıra
tipinde bazı kitaplar ortaya atıldı.
Ama
tarihi yazmakla iş bitmiyor. Tarihi yazdıktan
sonra tarihi öğrenmek, yani tarihten gereken dersi almak önemli. Bu
konuda biz fazla başarı elde ettiğimizi zannetmiyorum. Bizde kendi
tarihimizi, kendi ana dilimizi öğrenebilmek için gerekli bir öğretim
sistemi kurulmamıştır. Onun için çocuklarımız tarihle ilgili gerekli
bilgiyi edinemiyorlar.
Dolayısıyla dikkat ederseniz soyumuzla ilgili, İslamiyetle
bütünleşmemizle ilgili, hatta bundan 25 sene önce gerçekleştirilen zorla
kimlik değiştirme süreciyle ilgili çok
tutarsız tezler ortaya atılıyor.
Bunların hepsine değinecek değilim. Genellikle bizim aramızdan yetişen
kimseler, hele de az önce sözünü ettiğim Bulgaristan’dan göç eden
tarihçiler, Bulgaristan Türklerini Türk ulusunun bir parçası olduğunu
belirtmekle yetiniyorlar. Özellikle onun gelişme yolunu izleyemiyorlar
tam olarak. Yahut da zorla kimlik değiştirme döneminde başka bir tez
ortaya atıldı, bizim Türk olmadığımız, zorla İslamiyet yoluyla
Türkleştirilen Bulgar olduğumuz ileri sürülmeye başladı. Yani bunlar,
bizim tarihimizi bilmediğimiz için böyle ortada serbestçe kol
sallayabiliyorlar.
Buna rağmen teoretik düzlemde tarihi geçmişimiz belli ölçüde
aydınlığa kavuşturulmuştur. Özellikle kökenlerimizle ilgili bir takım
tezler var. Bu tezlerin içerisinde en tutarlısı Bulgaristan’daki Türk
topluluğunun çeşitli etnik boyutların birleşmesiyle ortaya çıktığı
tezidir. Şimdi bu bakımdan eğer konuya yaklaşacak olursak herşeyden önce
Türk boyutlarının veya Türki boyutlar diyorlar bazıları, Türkmen
boyutları diyorlar. Bunlar Bulgar topraklarına 6. yüzyılla 7.
yüzyılların arasında göç etmeye, yerleşmeye başlamışlar. Bunların içinde
en önemlisi Oto Bulgarlardır.
12. – 13. yy’da buraya Peçenek, Oğuz ve Kumanlar göç etmişler.
Çeşitli tezler var bunlarla ilgili ama şunu belirtmek lazım, bunlar
oldukça yaygın boyutlarmış, örneğin Peçenekler 1074’te Koca Balkan ile
Tuna arasındaki Kuzey Bulgaristan’da hakim olmuşlar ve 20 sene kadar
burada kalmışlardır. Ya da daha sonraları Peçeneklerle Kumanlar,
Bulgaristan’ın güney batısında bir
Kuman Peçenek federasyonu kurmuşlar, federasyonun başkenti de bugünkü Makedonya şehirlerinden Kumanovo şehridir.
Bunun dışında, yani Osmanlılardan önce göç eden Türki boyutlarla
ilgili, bir Sarısaltık olayı vardır. Sarısaltık, Bizans
İmparatorlarından 8. Mihail Paleolog’un izniyle 20 bin kişi alıp
Dobruca’ya yerleşiyor, Babadağ şehrinin etrafına. Bunlar burada bellirli
bir zaman kalıyorlar. Daha sonra Kırım’a göç ediyorlar, Kırım’dan da
Anadolu’ya, ama bunların bir kısmının Dobruca’da kaldığı yaygın. Bunun
dışında Anakomnin isminde bir Bizanslı yazar var, Bizans İmparatoru’nun
kızı, bu, 12. yüzyılda Arda boylarında Selçuk Türklerinin bulunduğundan
bahsediyor.
Öyle ki, Osmanlılar buraya gelmezden önce bir takım Türki boyutlar
buraya yerleşmiştir. Kuşkusuz bugünkü Bulgaristan Türklerinin
çoğunluğunun Anadolu’dan geldiği göçler oluşturmaktadır. Göçler, çeşitli
yollardan olmuş. Sizin belirttiğiniz gibi bunların bazıları Konya
bölgesinden, fakat Konya ile birlikte Saruhan, Menemen ve başka
bölgelerden gelenler de var.
Ama Bulgaristan Türklerinin oluşmasında
Yörüklerin katkısı en büyüktür.
Osmanlı döneminde Gökbilgin’in de belirttiği gibi, Osmanlı devleti
buraya bir takım kabilyeler aktarmıştır. Bunlara Yörük deniyor.
Yörüklerin 16.-17. yüzyılda burada 100-160 bin kadar olduğu hesap
ediliyor. Bunların dışında askeri birlikler var, memurlar var, din
görevlileri var, göç eden dervişler var. Bunların hepsini hesaba katacak
olursak Bulgaristan Türk topluluğunun çoğunluğunu göçmenler teşkil
etmektedir.
93 Savaşından sonra, yani 1877-1878 Rus Türk savaşından sonra, bu
Türki kabilyelerin ve Türklerin çoğu buradan göç etmek zorunda kalıyor.
Hatta savaş esnasında
600 binden bir milyona kadar insanın göç ettiği hesap ediliyor.
Buna rağmen Bulgaristan’da bir hayli Türk kalıyor. Prenslik Bulgaristan
nüfusunun %26.96’sını ve Doğu Rumeli bölgesinde de nüfusun %34,5’ini
Türkler teşkil ediyor bu dönemde.
- Türkler, azınlık durumuna düşüyor.
- İşte burada kalan bu Türkler, savaştan sonra yavaş yavaş bir
azınlık niteliği kazanmaya başlıyorlar. Azınlık toplumu olarak oluşma
süreci uzun yıllar sürüyor. Diyebiliriz ki Birinci Dünya Savaşı’nın
sonuna kadar devam ediyor bu süreç. Azınlık oluşunca Bulgar yetkilileri,
belirli dönemlerde bunların azınlık statüsünü tanıyor. Örneğin 1925’te
Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgarsitan arasında imzalanan Dostluk
Anlaşmasına ek protokolde Bulgaristan’da Müslüman azınlıklarından, yani
bir kaç tane Müslüman azınlık olduğundan söz ediliyor. 1947’de
Bulgaristan’da İkinci Anayasa onaylanıyor, bu anayasanın 79. maddesinde
ulusal azınlıklardan söz ediliyor. Daha sonra 1958’de Komünist
Partisinin bir takım plenumları, toplantıları var, bu toplantıda
onaylanan “Türklerle ilgili tezler” diye bir karar var, bu kararda
Bulgaristan Türklerinin sosyalist ulusal azınlık olduğu belirtiliyor.
Ne ki 60’lı yılların sonlarında Bulgar yetkilileri, Bulgaristan’da
azınlık olmadığını ileri sürmeye başlıyorlar. 80’li yıllarda da
umumiyetle Bulgaristan’da Türk bulunmadığını iddia ediyorlar.
İşte bizim geçmişimiz kısaca bu.
- Türk bilinci ne zaman ve nasıl oluşmuş? Osmanlı zamanında, hiç kimse “ben Türküm” demiyormuş herhalde.
- Evet, Osmanlı zamanında bunlar kendilerini Türk değil de daha çok Peçenek, Tatar olarak algılıyorlarmıştır.
Şimdi az bir şey geri dönmem lazım. Daha önce görüşlerden bahsederken
şunu da söylemem gerekiyordu. 14. yüzyılda, sonra da 17. yüzyılda
genellikle Kırım’dan buraya bir sürü Tatar göç ediyor. Ve 16.-16.
yüzyıllarda yayınlanan coğrafya haritalarında bizim Dobruca,
Dobruca Tataristan’ı
olarak gösteriliyor, yani orada oldukça fazla tatar bulunuyor. Şimdi
burada şunu da belirteyim ki, Tatarların belirli bir kesimi giderek
Türklerle birleşiyor. Ama bazıları bugüne kadar da kendi kimliğini
korumuşlardır.
Şimdi bilinç konusunu ele aldığımız zaman baştan şunu göz önünde
bulundurmamız lazım – bilinçlenme bizlerde iki aşamadan geçiyor
diyebilirim. Yani
Osmanlı döneminde genellikle ümmet bilinci yaygın.
Biz kendimizi Müslüman biliyoruz. Yani etnik orijin ikinci derece,
biraz gölgede kalıyor. Biz sizinle burada şimdi etnik bilinç ya da
bazıları buna ulusal bilinç diyor, biz etnik azınlık olduğumuz için
etnik bilinçten bahsedeceğiz, yani
biz ulusal azınlık değiliz Bulgaristan’da. Etnik bilincin gelişmesi uzunca bir zaman kaplıyor.
Türklük bilinci Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeni Osmanlılar veya Genç
Türklerin etkisiyle 19. yüzyılın sonlarına doğru uyanmaya başlıyor,
gelişmeye başlıyor ve Türkiye’de genellikle Kemalist devrimden sonra
artık egemen bir ideolojik akım haline geliyor. Bulgaristan Türkleri
arasına da Türklük bilinci, Genç Osmanlıların, özellikle Genç Türklerin
Bulgaristan’da yayınladığı gazeteler vasıtasıyla ve Türkiye’de öğretim
gören yerli aydınlar vasıtasında bu Türklük bilinci, Bulgaristan
Türkleri arasına da sızmaya başlıyor.
Ama teoretik düzlemde Türklük bilincinden 20’li ve 30’lu yıllarda
bahsedilmeye başlıyor. Parantez açarak şunu söylemem lazım, o dönemde
Bulgaristan Türk aydınları ve genellikle Bulgaristan’da yaygın olan tez,
ulus ve Bulgaristan Türkleri de kendilerini Türk ulusunun bir parçası
olarak hesap ediyor ve dolayısıyla Türk bilinci, ya da daha doğrusu Türk
benliği deyimini kullanıyorlar.
Yani 20’li 30’lu yıllarda Bulgaristan’da yayınlanan öğretmenler
derneğinin yayın organı, Deliorman, Rehber, Karadeniz gibi gazeteler,
benlik konusunu ele alıyorlar. Bilinçte bir değişiklik eğilimi başlıyor.
Bunu başlıca nedeni Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada genellikle
ve özellikle Türkiye’de ve Bulgaristan’da gelişen yeni toplumsal
ilişkiler ve görüş akımları. Yani
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada milliyetçilik, ya da ulusçuluk yaygınlaşıyor. Türkiye’de Kemalizmin altı okundan birisi Türkçülüktür, ulusçuluktur bu, Bulgarsitan aydınları arasına da yayılıyor.
Aynı zamanda Bulgarsitan içinde gelişen olaylar da buna yardım
ediyor. Özellikle Aleksandır Stamboliyski’nin yönettiği Çiftçi Birliği
ve çiftçi hükümeti, Bulgaristan Türklerinin etnik ve dinsel kimliğine
saygı göstermeye çalışıyor. Özellikle Bulgaristan Türklerine yeni haklar
veriyor, Bulgaristan Türklerinin kültürünün gelişmesine yardımcı
oluyor. İşte bunlar bizde etnik bilincin gelişmesine katkıda
bulunuyorlar veyahut da gelişmesine şartlar, koşullar hazırlıyorlar.
Sözünü ettiğim gazetelerden Karadeniz gazetesinde 30’lu yılların başlarında
Bulgaristan Türklerine Milli Ant
isminde bir programsal makale yayımlanıyor. Bulgarsitan Türklerinin
benliğiyle ilgili önemli konuları ele alıyor. Bu makalede şöyle
deniliyor: “Biz Türk ulusundanız, ikincisi – Bulgarsitan vatandaşıyız,
üçüncüsü – Avrupa medeniyetindeniz”. Görüldüğü gibi herşeyden önce Türk
olduklarını vurguluyorlar. Ve o zamanki anlayışa göre kendilerini Türk
ulusunun bir parçası olarak algılıyorlar. Ama aynı zamanda “biz
Bulgaristan vatandaşıyız” demekle bunlar, Türkiye Türklerinden belirli
ölçüde ayrıldığımızı da göz önünde bulundurulduğunu belirtiyorlar. Hatta
Rehber gazetesi doğrudan doğruya şöyle diyor: “Biz Bulgaristan
vatandaşıyız, dolayısıyla biz Bulgarsitan Türküyüz.” Yani biz
Bulgaristan vatadaşıyız ama Türküz diye belirli bir ayrım yapıyorlar.
Böylece etnik bilinç 30’lu yıllarda bir hayli gelişiyor. Biz kendimizi artık
Türk olarak algılamaya başlıyoruz,
yani daha önceleri, mesela 1880 yılında yapılan bir nüfus sayımında
“Sen kimsin” diye sorulduğunda “Müslümanım” cevabını veriyorlar. 20’li
30’lu yıllarda “Türk Müslümanım” demeye başlıyorlar. Şimdi burada
ayrıntılara girmiyorum Türklükle İslamiyet arasında bir hayli çatışmalar
var, o konuyu bir tarafa bırakacağız.
Yani Bulgaristan Türkleri kendilerini, Türk olarak algılamaya
başlıyorlar. Bu konuda önemli olan ötekiler de bizi Bulgaristan Türk
olarak algılıyorlar. Her şeyden önce Türkiye Cumhuriyeti’nde ilericiler
Bulgaristan’daki Türklere Bulgaristan Türkü olarak bakıyorlar. Ve
Atatürk’ün bir demecinde “Biz dışarıdaki Türklerle kültür açısından
ilgileniyoruz, onlar da kendi kültürlerini geliştirmelidirler” diye bir
konuşması var. Bu sonra Cumhuriyetçi Halk Partisi programına giriyor.
Onlar da bizi Bulgaristan Türkü olarak ele alıyor ve
siyasi bakımından bizim işlerimize karışmamaya çalışıyorlar, bu doğrultuda özen gösteriyorlar.
Bulgar kamuoyu da genellikle bizi Türk olarak algılıyor. Zaten daha
Osmanlı döneminde Müslüman diyorlar, ama aynı zamanda bir göz atacak
olursak Bulgar tarihinde, Bulgar edebiyatında
İslamiyet Türk dinidir, Hristiyanlık Bulgar dinidir
– Bılgarska vyara, Turska vyara deyimleri kullanılıyor orada. Demek ki,
Müslüman olarak algılandığımız zaman bizim etnik kökenimizin Türk
olduğu belirli ölçüde göz önünde bulunduruluyor. Bu giderek böyle devam
ediyor. Örneğin az önce söylediğim anayasaya girmesi, ya da Komünist
Partisi’nin plenumunda belirtilmesi, demek ki, bizi, Bulgaristan
Türklerini, bir Türk azınlığı olarak resmen kabullendiğini gösteriyor
bunlar.
Bilinç, totaliter sosyalizm döneminin ilk 15-20 yılında gelişmeye
devam ediyor. Bu dönemde Bulgaristan Türklerine belirli haklar
veriliyor, özellikle kültürel ve politik alanda. Hatta
bir çoğumuz 50’li yılları lale devri olarak algılıyor.
O devirde bir kültürel atılım var. Bu kültürel gelişmede nesne olarak
Bulgaristan Türklerinin Türk bilincinin gelişmesine yardım ediyorlar.
Özellikle belirtmek istiyorum ki, ben o dönemde yetişenlerden birisiyim,
sosyalizmi benimseyenler bile Türklükten vazgeçmediler ya da
Türklüğünden uzaklaşmadılar o dönemde; yani Türk sosyalisti olarak
kendilerini algılıyorlardı.
- Bugünlerde bilinç ne durumda?
- Bugünkü aşamada bizim bilinç anlayışımız ve pratikte bilince
yaklaşımımız, oldukça karmaşık bir görünüm arz ediyor, benim kanaatime
göre. Totaliter dönemin son yıllarında bizim kimliğimizi zorla
değiştirme yeltenişinde bulundular. Ama pratikte
o dönemde Bulgaristan Tüklerinin bilinci yıpramadı,
Türklük bilinci yok olmadı, tam tersine pekişti. Bir düşünecek olursak
hele de Mayıs Olaylarında düzenlenen gösterilerde “Türk doğduk, Türk
olarak ölmek istiyoruz”, “Dilimizi verin, dinimizi verin”, “İsimlerimizi
geri çevirin” diye bir takım sloganlar ortaya atıldı. O zaman bunu
kimlikle ne kadar bağlayıp bağlamadıkları başka bir konu, fakat özet
olarak bunlar kimlik doğrultusunda bir direnişin yankısı olarak kabul
edilebilir. Bu direniş, benim kanaatime göre, demokrasileşme dönemine
geçişte ilk yıllarda devam etti. Çeşitli gösteriler yapıldı ve azınlık
haklarımızı istedik biz o dönemde. Bu direnişin sonucu ve genellikle
dünyada bir demokratikleşme süreci vardı, bu sürecin etkisiyle, örneğin
1991’de onaylanan Bulgaristan Anayasası’na belirli haklarla ilgili
hükümler konuldu. Bunlar genellikle insan haklarıyla ilgili, fakat
aralarında o zaman biz azınlıklarla ilgili birkaç hüküm de
yerleştirebildik.
Daha sonraları Bulgaristan Avrupa Birliği’ne üye olmaya hazırlanmaya
başladığı zaman onaylanan öteki yasaların bir çoğunda insan haklarıyla
ilgili, azınlık haklarıyla ilgili belirli hükümler bulunmakta. İşte buna
dayanarak bazı kimseler, hatta bizim aramızdan yetişen siyasetçiler,
“Biz haklarımızı elde ettik” dediler.
Oysa haklar, genellikle kağıtta yazılı kaldı. Hele de Bulgaristan’ı
Avrupa Birliği’ne kabul ettikten sonra bu alanda bir duraklama, hatta
belirli ölçüde geri dönme eğilimi belirdi. Herşeyden önce, az önce de
söylediğim gibi,
bu yasalar pratikte uygulanmadı. Bize
gereken haklar verilmedi. Örneğin bizim özellikle sosyo ekonomik alanda
ve kültürel alanda yeteri kadar hakkımız olduğunu iddia edemeyiz biz.
Neden diyeceksiniz, çünkü sosyo ekonomik alanı göz önüne bulunduracak
olursak Türklerin yoğun yaşadığı bölgelerde işsizlik, fakirlik öteki
bölgelere bakarak çok daha geniş. O sahada ve kültürel sahada
ayrımcılık, diskriminasyona biz her gün tanık oluyoruz. Kültür alanında,
örneğin çocuklarımız dillerini, kültürlerini, tarihlerini
öğrenemiyorlar. Yani öğretim sistemi onlara bu alanda gereken olanakları
sağlamıyor.
Dolayısıyla Bulgarsitan Türkleri, kimliğini koruyup geliştirebilmesi için Bulgaristan’da gereken koşullar oluşturulmadı ve
Bulgaristan Türklerinin kimliği güvence altına alınamadı.
Ama bizde işte bu haklar elde edildiği kanaati yaratıldı, öte taraftan
da çok geçmeden, biz Avrupa Birliği’ne üye olduktan bir sene sonra
Avrupa’da ve çok geçmeden de Bulgaristan’da ekonomik, mali bunalım
başladı. Bu dönemde artık Bulgaristan Türkü daha fazla geçimiyle
uğraşmaya başladı ve kimlik sorunu yan tarafta kaldı, unutulmaya
başladı. İşte bunu da göz önünde bulunduracak olursak ,diyorum ki, bizim
bilinç konumuz biraz tehlikeye düştü, geleceği oldukça karanlık, benim
kanaatime göre. (
devam edecek) 23/05/2013
İzzet İsmailov
kelimelik.com